Hamilelik anne adayları için sadece fiziksel olarak değil duygusal ve psikolojik olarak da oldukça zorlayıcı bir süreç. Kendisinin ve partnerinin fiziksel yeterliliklerine bağlı olarak hamile kalmak istemeyen ancak beklenmedik bir şekilde bundan kaçamayan kadınlar ise çok daha stresli bir hamilelik süreci geçiriyor.
Ancak umut, neşe ve sevgi duyguları genellikle değişmeden kalıyor.
Ashley Zachmeyer bunu sizin için doğrulayabilir. Polikistik Yumurtalık Sendromuna sahip olan Ashley’e hiçbir zaman hamile kalamayacağını düşünüyordu fakat, bir gün hamile olduğunu fark etti.
Daha önceden inandığı ve tecrübe ettiği her şey sonsuza kadar değişmek üzereydi.
Onun ve küçük savaşçısı Adalee’nin muhteşem hikayesini sonuna kadar okuyun.
“Küçük kızımın neredeyse hiç yaşama şansı yoktu. 413 gr olarak doğan bir bebeğin yaşama şansı ne kadar olabilirdi ki? Doktorlar hiçbir umut olmadığını söylemişlerdi.”
Hamile kaldığımda herkes çok şaşkındı. Kısırlığa sebep olmasıyla bilinen polikistik yumurtalık sendromu teşhisi koyulduktan sonra kesinlikle böyle bir beklentim kalmamıştı. Aynı şekilde kocama da doktorlar tarafından çocuk sahibi olma ihtimalinin oldukça düşük olduğu söylenmişti. Doktorlar kızımın varlığını keşfettiğinde 7 haftalık hamileydim. Kist bulmak için ultrason yapıyorlardı ve ben çoktan birkaç hamilelik testi yapmıştım ve her biri negatifti. Ta ki doktorlar kist ararken kalp ritmi bulana kadar. O an her şeyin değiştiğini hissettim.
Hafta kontrole gittiğimde rahmimde bir kan pıhtısı buldular. Acilen yatak istirahati verildi ve yakın takibe alındım. 18. Haftada pıhtı kaybolmuştu! Ultrason yapan kişinin suratında pıhtıdan başka bir problem olduğunu görebiliyordum fakat bana bilgi vermeye izni yoktu. Daha sonra doktorum bana bebeğimin gelişmesinin 3 hafta kadar geri kalmış olduğunu ve amniyotik sıvımın da olması gerekenden daha az olduğunu söyledi. O hastaneden, yüksek riskli hamileliklerde hastalar tarafından sık tercih edilen bir uzmana yönlendirildik.
Uzman bana kızımın %20 hayatta kalma şansı olduğunu, ayrıca hala genç olduğumu ve her zaman tekrar deneyebileceğimi söyledi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Tanrıya isyan ediyor, madem onu benden daha doğmadan alacaktın, neden en başta verdin ki diye çığlıklar atıyordum. Bu kızgınlığım daha sonra karalılığa dönüştü ve kızımdan kesinlikle vazgeçmemeye karar verdim. İkinci bir doktorun görüşüne başvurdum. Fakat işler hala düzelmiyordu. Sadece 1 cm kadar amniyotik sıvım kalmıştı ve kızımın gelişimi de gittikçe daha da geri kalıyordu. Bu doktor da bana yüksek ihtimalle kızımı kaybedeceğimi söyleyip eve gönderdi. Birkaç hafta sonra kalp atışını kontrol etmek için randevu verdi ve beni kendimle baş başa bıraktı.
O an, neredeyse vazgeçmiştim. Ağladım, çığlık attım, neredeyse aklımı kaybediyordum. Fakat, o en kötü halimdeyken bile içimde biraz umut bulabilmiştim. Geçen her hafta, biraz daha umutlanmama imkan tanıdı. İşler gittikçe kötüleşiyordu fakat ben hala vazgeçmiyordum. Tanrı bir sebepten ötürü benim onun annesi olmamı seçmiş olmalıydı. Adalee’nin gelişimi her geçen hafta biraz daha geri kalıyordu. Amniyotik sıvı seviyem biraz yükseldi fakat tekrar azaldı. Haftada 3 kez doktora gider olmuştum ve her randevuda doktorum kızımı kaybetmemin muhtemel olduğunu ve kendimi en kötüsüne hazırlamam gerektiğini söylüyordu. 26. Hafta göbek kordonundaki kan akışında bir sorun olduğunu ve gelecek 24 saat içerisindekızımı kaybedebileceğim söylendi.
O an bana ne oldu bilmiyorum ama hayatımda daha önce hiç öyle bir güç hissetmemiştim. Savaşabilecekken savaşmalıydım. Doğmayı ve sonrasında hayatta kalmayı başaramayacak kadar güçsüzdü. Doktorlar ondan vazgeçmemi, aksi halde kendi hayatımın tehlikeye gireceğini söylediler fakat ben onun yaşaması için her şeyi risk etmeye hazırdım. İçimde sonuna kadar savaşmam gerektiğini hissediyordum ve aynen öyle yaptım.
Hastaneye yatırıldım ve doğum yapmadan 72 saat yaşayamayacağımı söylediler. 3 gün bir haftaya, bir hafta üç haftaya çıktı. Hala ben de kızımda sağlıklı bir şekilde hayatımıza devam ediyorduk. Bu üç haftalık süreç oldukça zorluydu. Kalp ritmi 50’lere kadar düştü ve birkaç kez beni sezaryen ameliyatı için hazırladılar fakat hiçbirinde başlayamadan Adalee normale döndü. Adalee’nin kilosunu son ölçtüklerinde 450 gr kadardı ve bu bizim için oldukça büyük bir şeydi. Ertesi gün ultrasonda Adalee hareket etmiyordu ve ölçülebilecek kadar amniyotik sıvı kalmamıştı. O an zamanın geldiğini anladık ve hemen sezaryene alındım.
22 Haziran 2017 de 29 hafta ve 5 gün yaşında olan kızım dünyaya geldi. Kilo hesaplaması yanlıştı ve 450 gr olarak ölçülen ağırlığı aslında 400ün çok az üzerindeydi. Ancak 22 haftalık bir bebek kadar ağır geliyordu. 1 kilonun altındaki bebek için hiç bir şey yapabileceklerini düşünmüyorlardı fakat benim tüm yalvarışlarıma dayanamayıp ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Onu ilk gördüğümde şeffaf derisinden tüm kemiklerini sayabiliyordum. Kalp atışı gibi bağırsaklarındaki her kıvrımda görülebiliyordu. Bir teneke kutu kola kadar çocuğun yaşıyor olduğuna hala inanamıyordum.
Adalee 4 günlükken onu Atlanta’daki Çocuk Bakım hastanesine gönderdiler. Hayatımın en korkunç gününü orda yaşadım. Transfer edilirken bir sürü kabloya bağlı olması gerekiyordu ve kendi başına hala nefes almakta güçlük çekiyordu. Bu sebeple entübe ettiler ve hala kızımın o kadar çok kabloya bağlı olduğunu düşündüğümde kalbim tıkanıyor.
Günler geçmek bilmiyordu. Yarım kiloya ulaşması adeta sonsuzluk gibi gelmişti. Doğumundan 3 hafta sonra onu ilk kez kucağıma alabildiğimde nasıl hissettiğimi tarif etmem mümkün değil. Bugüne kadar daha güzel bir duygu hissetmediğimi söyleyebilirim. Hastanede kalışımız boyunca düzinelerce problemle karşılaştık ancak bunun dolambaçlı ve zorlu bir yol olduğunu bilerek hiçbir engelin bizi yıldırmasına izin vermedik ve kızımızın yaşaması beklenen problemlerin birçoğu yaşanmadı. Doktorlar bize bu kadar küçük bir bebeğin daha önce hiç hayatta kalacak kadar güce sahip olmadığını fakat Adalee’nin başaracağına olan inancımızı hiç kaybetmedik.
Daha sonra Adalee yavaş yavaş kilo almaya başladı. Daha biz fark etmeden 1 kilo olmuştu bile. Solunum destekleri çıkartıldı ve kendi başına nefes alabilmeye başladı. Küçük kızımızın bir savaşçı olduğunu görmek, tüm ihtimallere karşı savaşarak hayatta kalması ve giderek büyüyüp sağlıklı bir bebek olması günden güne bizi hayattan daha çok zevk alan insanlar haline getiriyordu.
Günler geçtikçe artık doktorun eve gitmemize izin vereceği anı bekler olmuştuk. 3 aylık olana kadar Adalee beslenme tüpü ile yemek yiyordu ve 3 ay tamamlandıktan sonra artık biberon kullanabilir hale gelmişti. Eli kolu durmayan kızımız durmadan bağlı olduğu makinelerin kablolarını söküyor, biberon ve emziklerini yere atıyordu. Yani artık hastanede olmak istemeyen sadece ben ve kocam değildik.
Hastanedeki 106 günden sonra kızımızı sonunda eve getirdik ve evde çok daha iyi yemeye ve gelişmeye başladı. Resmen evimizin neşesi olmuştu ve yaşadığımız tüm zorluklara rağmen dünyanın en şanslı insanları gibi hissediyorduk.
Tam dokuz aydır Adalee ile beraber evimizdeyiz ve o artık 1 yaşını doldurdu. Hala yaşıtlarına görece küçük olsa da zamanla onunda olması gerektiği şekilde büyüyüp gelişeceğine inancımız tam. Artık 5 kiloyu geçti ve herhangi bir makineye bağlı olmadan yaşıyor. Ziyaret ettiğimiz tüm doktorların ona vermediği şansa rağmen o büyümeye ve gelişmeye devam ediyor. Bir mucizeye sahibiz demek bile yetersiz kalıyor. 400 gram olarak doğan küçük kızımız şu an 5 kilo ve ona verilen %20 yaşama şansına rağmen hayatta kaldı ve oldukça sağlıklı bir şekilde bir birey olma yolunda ilerliyor.”
Ne kadar duygu dolu bir hikaye değil mi? İçinde cesaret, güç ve yaşama dair en önemli şeyi barındırıyor: Azim! Annesinin ona ona olan inancı ve azmi küçük Adalee’yi hayatta tuttu ve harika bir kız evlat sahibi oldu. Umarız ki sağlıklı gelişimi devam eder ve tüm kötü ihtimaller yerin dibine batar!